Sevgiyle kalın…
Okuma Notları
Agahta Christie’nin İstanbul’da Bıraktığı Sırrı
Yrd.Doç.Dr. Süleyman İNAN
Dünyanın en çok satan yazarı, polisiye roman türünün büyük ustası Agatha Christie’den söz ediyoruz.
1926-1932 yılları arasında çok kereler İstanbul’un tarihî oteli Pera Palas’ta kalmıştır. Ve burada bir sırrını bırakmıştır, Agatha Christie.
Agatha Christie 1926’da 11 gün boyunca kaybolur. Bütün aramalara rağmen bulunamaz. Arabası bir göl kenarında bulunur; ağaçlara çarpmış, bavulları dağılmış bir şekilde.… Amaç, bellidir; “Agatha Christie göle düştü” süsü vermektir. Sonra birden ortaya çıkar Agatha Christie. Ama hiçbir açıklama yapmaz.
Bu kayboluşun sırrı bugüne dek çözülememiştir. Hatta, 1979’da Amerika’da Warners Brother şirketi bu yok oluşun hikayesini senaryo haline getirip filme alıyorsa da; film sinema eleştirmenlerince “aşırı hayalî” olarak nitelendiriliyor. (Filmin başrollerini Dustin Hoffman oynamıştı)
Filmin bir fiyasko olması üzerine W.B. yöneticileri Hollywood’un ünlü bir medyumuna giderek bir ruh çağırma seansı düzenlenmesini istiyor. Medyum, Agatha Christie’nin ruhuyla iletişime girdiğini söyleyerek, şu iddiayı atıyor: “Agatha Christie sırra kadem basışını aydınlatacak anahtar, İstanbul’daki Pera Palas otelinin 411 numaralı odasındadır”.
Bu haber dünya basınında bomba gibi patlar. Türk basını, yabancı gazete ve televizyon
temsilcileri Mart 1979’da Pera Palas Otelinin 411 numaralı odasında bir araya gelir.
Malum odanın döşemesi kısmen sökülür, olay da uydu sistemi ile tüm Amerikan televizyonlarında gösterilir.
Ve…
Kapıya yakın yerde kocaman paslı bir anahtar bulunur.
Pera Palas otelinin sahibi bu noktada devreye girer; düzenlediği basın toplantısında anahtarın otele ait olduğunu söyler.
W.B şirketi, medyumla yeniden görüşerek Agatha Christie’nin hatıra defterinin nerede olduğunu sorarlar. Medyum, “anahtar olmadan asla söyleyemem” der. Anahtarı avucumun içine almalıyım diyen medyumun isteğini yerine getirmek için malûm anahtarın Amerika’ya gönderilmesi istenir. Pera Palas otelinin sahibi de kabul etmez, “hayır, siz gelin” der.
Anlaşmaya varılır. Seans İstanbul’da yapılacaktır.
İddiaya göre hatıra defterinde yalnız günün esrarı değil, yazarın romanında daha gün yüzüne çıkmamış bir çok nokta aydınlanacaktır. Çünkü, Agatha Christie vasiyetnamesinde bir hatıra defterinden söz etmiş ama yerini söylememiştir.
Ancak…
Tam otele gelineceği sırada otel çalışanları greve girer ve Agatha Christie ile ilgili tüm girişimler zorunlu olarak durur. Yaklaşık bir yıl grev sürer ve sonra otelde tadilat başlar. Peki ne olmuştu 11 günde?
Rivayetler var…
Kimlerine göre Agatha Christie geçici hafıza kaybına uğradı.
Kimilerine göre, Agatha Christie kocasının sevgilisini öldürmek planları yapmak için bilmediği bir yere gitti.
Sır, hâlâ meçhul.
‘Estağfurullah’ neyin kısaltmasıdır?
Yrd.Doç.Dr. Kerim Demirci
Öğrencileri hocalarına estağfurullah ifadesinin ‘aynen öyle’ anlamına gelip gelmediğini sorarlar. Eğlencesizlikten canı sıkılan ve aniden büyük bir âlimlik hissine kapılan hoca işten vazife çıkarıp bu mühim meseleyi çözmeye karar verir ve Aralık dergisinde kendine ayrılan güzelim boşluğa bu konudaki tuhaf düşüncelerini dökmeye kalkışır. Yoksa hocanın estağfurullah ile pek ilgisi olduğu söylenemez! İş başa düşünce hoca bu önemli konuya dört açıdan yaklaşılması gerektiğini söyler. Birinci adımda etimoloji ilminden istifade edilmesi, ikinci adımda tabirin kullanımının sosyal/psikolojik sebeplerine bakılması, üçüncü merhalede bu ifadenin uğradığı anlam değişikliğinin açıklanması ve son aşamada ise bu ifadenin kullanılmasının kültürel yansımalarının gösterilmesi gerektiğini belirtir. Hoca muazzam bir kıskançlık hissiyle el alemin bu işe el atmasına meydan vermeden zikredilen aşamaları sırayla ve kısaca izah etme yoluna gider.
☺ İlk iş Ferit Devellioğlu’nun meşhur Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat[1]’ine bakmak olur. Sözlükte kelime ‘estağfirullah’ şeklinde geçer. Arapça kökenlidir. “Allah’tan mağfiret (af) dilerim, rica ederim; hiçbir zaman, mahcup ediyorsunuz, hâşâ, bir şey değil” manalarında kullanılır (Devellioğlu 1971: 281). Kısaca estağfurullah ‘Allah’ ve bağışlama, affetme anlamındaki ‘mağfiret’ kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur.
☺ Peki, ‘Allah affetsin!’ anlamındaki bu kelimenin özellikle iltifatlardan sonra kullanılmasının sebebi ne ola ki? Bunun sebebi hem gayet basit hem de oldukça derin! İltifata nail olan kişi kendisinde bulunduğu söylenen ve karşı tarafça övülen özelliğinden dolayı gururlanabilir. Psikologların tabiriyle bu kişinin egosu (benliği) şişip, kişi bir anlamda ‘ben yaparım, ben ederim, ben çok güzelim, zaten çok zekiyim, akıllıyım, kahretsin çok yakışıklıyım, ben şöyleyim, ben böyleyim, ben, ben, ben…’ diyerek böbürlenmeye başlayabilir. İltifat gören kişi iltifatın tesiriyle tam ‘uçuşa geçerken’ estağfurullah ifadesi imdadına yetişip bu kişinin ‘havasını ve gazını alır’ ve onu normale döndürür. Yani, meselenin özü şöyle gözüküyor. İltifata muhatap olan kişi gururlanıp, böbürlenip insanlardan kopmamak için ‘Allah beni affetsin’ (estağfurullah) diyerek kendi kendini kontrol altında tutmaktadır. “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” meselesi. Oto tamircisi ağzıyla konuşacak olursak estağfurullah, motoru soğutup yanmaktan kurtaran radyatör gibi, uçmaya başlayan benliği ayağından tutup yere indiren bir ‘oto-kontrol’ sistemidir. Görüldüğü gibi bu kelimenin dilsel yönünün yanında biraz toplumsal, biraz psikolojik biraz kültürel bir yönü vardır.
☺ Dildeki birçok kelime gibi estağfurullah da anlam değişimine uğramış gözükmektedir. İltifatlara dilleriyle estağfurullah ile karşılık verip, hal ve tavırlarıyla iltifatları kabul eden kişilerin bu tür davranışları kelimenin günümüzde ‘aynen öyle’ anlamına geldiğini sanma yanlışlığını doğurmuştur. Böylece bu ifade esas anlamından neredeyse tamamen ayrılıp zıt bir anlam kazanmıştır. Gerçi denilebilir ki bu anlam henüz çok yaygın değildir; lakin, yine de estağfurullah ifadesinin ‘aynen öyle’ anlamına gelip gelmediğinin sıkça sorulması bile bir anlam kaymasının doğum sancıları olarak algılanmalıdır. Aslında, sözlükte esas anlamı ifade eden ‘Allah’tan mağfiret (af) dilerim’ karşılığından sonra sıralanan ‘rica ederim; hiçbir zaman, mahcup ediyorsunuz, hâşâ, bir şey değil’ açıklamaları da kelimenin kökünden kaynaklanan açıklamalar değil, kullanımdan doğan anlamlardır. Onlar da anlam değişmesinin birer ürünüdür.
☺ Bizim kültürümüzde bir kişi ötekine herhangi bir sebeple iltifat ederse, övülen kişi estağfurullah demek durumundadır. İltifata nail olan kişiden bu kelimeyi kullanarak mütevazılığını ifade etmesi beklenir. Bu, nezaketin bir göstergesidir. Batı kültüründe, mesela Amerika’da iş tam ters istikamette bir yol izler. İltifat edilen kişinin estağfurullah veya benzeri ifadelerle karşılık vermek yerine kısaca ‘Teşekkür ederim’ demesi beklenir. Yani, bir gün yolunuz yanlışlıkla ABD’ye düşerse, bir Amerikalı size kibarlık icabı ‘Aaaa, ne güzel İngilizce konuşuyorsunuz’ derse ona sadece teşekkür ediniz. Estağfurullah meyanında bir şeyler demeye kalkarsanız karşı tarafı rencide etmiş olursunuz. Zira, karşı tarafın sizde keşfettiği o özelliğinizi yanlış bir keşif gibi gösterip iltifat edeni bir anlamda ‘yalancı’ durumuna düşürmüş görüntüsü verirsiniz. Bu ise size iyi muamele eden kişiyi kırmak anlamı taşıyabilir. Kıssadan hisse: Bir kültürde nezaketin göstergesi olan estağfurullah öteki kültürde kabalık göstergesi olabilir.
Hâsıl-ı kelâm, netice-yi merâm: konuyu kapatmadan yazının başlığındaki sorunun cevabını da verelim. Anlaşıldığı üzere ‘estağfurullah’ bir şeyin kısaltması falan değildir, dilin sosyopsikolojik ve kültürel boyutunu gösteren bir tabirdir. Akılbaliğ olan herkesin günde en az üç kez kullanması uzman dilciler tarafından tavsiye edilir. Nasıl, harika bir estağfurullah izahı oldu de mi? Yok canım, estağfurullah.
[1]Ferit Devellioğlu (1971), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara: Aydın Kitabevi.