Basından

15 Eylül 2007/Cumartesi

Can DÜNDAR

Ramazan dayanışması kalıcı kılınamaz mı?

Ramazanla birlikte kent meydanlarına iftar çadırları da kuruldu. Varoşlara yardım kolisi dağıtımı başladı.
Yurttaşın gözüne girmeye çalışan yerel belediyeler, parti örgütleri, yardım kuruluşları bedava iftar yemeği için yarışıyorlar.
Hiç kuşkusuz övgüye değer bir yardımlaşma geleneği bu...
Komşusu açken tok yatanı kendinden saymayan bir kültürün asırlık dayanışma biçimi...
Yürek ferahlatan, biraz da vicdan azabından kurtaran bir âdet....
* * *
Ancak günümüzde asıl amacından sapıyor.
Gösteri çağı, iftar çadırlarını da birer şov merkezi haline soktu.
Çadırı dikenin, yardımı yapanın, yemeği verenin, sofrayı kuranın adının uluorta ifşa edildiği iftar yemekleri...
Birer parti hediyesi şekline bürünen yardım kolileri...
Sevap işleyenle yardımı alan arasında kalması esas olan yardımlaşma seanslarına kameraman ordusuyla gelen ünlüler...
Ramazanı, bir halkla ilişkiler kampanyasına dönüştüren bu tavır yardım alanı ezdiği gibi, dayanışma geleneğini de zedeliyor.
* * *
Gerçi ülkede yaygınlaşan yoksulluğa, ağırlaşan geçim sıkıntısına, açlık sınırında yaşayan aile sayısındaki artışa bakıldığında, "bu ayrıntılar"ı dert etmek, birçoklarına lüks gibi görünüyor.
Toplu bir para uğruna, medya tuzaklarında ekran önünde çoluk çocuk yarıştırılmaya bile razı olanlar için, üzerinde falanca partinin damgası bulunan bir yardım kolisi ya da filanca derneğin iftar yemeği, reddedilmesi zor bir armağan...
Bir alternatif üretmeden "Vatandaşa bedava kömür dağıtıp oy topluyorlar" diyerek muhalefet yapanların sandıkta ne hale geldiğini gördük.
* * *
Acaba hem toplumdaki dayanışmacı damarı diri tutup hem bunu gündelik politikaya alet etmeyecek, yardım yapanı reklam etmekten kaçınıp yardım alanı ezmeyecek bir yöntem bulunamaz mı?
Ramazanda canlanan bu seferberlik, bütün yıla yayılamaz mı?
İş, yoksula iftar çadırı kurmanın, mahalleye erzak kolisi dağıtmanın ötesine taşınamaz mı?
İşsizler için pratik iş olanakları ya da onları güvenceye alacak bir sigorta sistemi geliştirmek, evsizlere daimi barınak, açlara aşevi, yoksullara kısmi destek sağlamak için kamusal denetim altında sivil bir yardımlaşma sandığı düşünülemez mi?
Bunun da ötesinde, sorunun kökeninde yatan gelir adaletsizliğini dengeleyecek, yoksullukla mücadele edecek, pahalılığa çareler üretecek kalıcı sosyal politikalar geliştirilip, gereken kaynak için yardımseverlerden bir fon oluşturulamaz mı?
Bunun için çok ortaklı, sivil bir ulusal kampanya açılamaz mı?
İlgili ya da gönüllü kuruluşlar bu kampanyanın çatısı altında toplanamaz mı?
Ramazanda hediyeli ev ziyaretleri için yola düşen yardım gönüllüleri, iftar çadırı kuran belediye örgütleri, bu kampanyaya omuz veremez mi?
* * *
Ramazanı bir yasak savma, vicdan rahatlatma molası olmaktan çıkarıp onun ilham verdiği dayanışma ruhunu tüm yıla yaymak mümkündür.
Bireysel destek çabalarını kurumsallaştıracak, Ramazan'daki yardım seferberliğini daimi kılacak yollar bulunabilir.
Sadaka verir gibi değil, elindekini komşusuyla paylaşır gibi bir yardımlaşma yöntemi geliştirilebilir.
Böylesi hem daha kalıcı, hem daha zariftir.
Herkese mübarek ramazanlar!

2 Mart 2007/Cuma


Haşmet BABAOĞLU

Bu İstanbul çirkin bir şehir!


Güzelim Dilara üzerine karton örtülmüş bir rögar çukurunda boğulup gitti.

Şimdi kim bunun hesabını verecek! diye bağırıyoruz.

Kim suçlu?

İSKİ mi, müteahhit firma mı?

O inşaatı yapan işçiler mi? Bir önceki akşam vakti çukura dalıp kapağı bir yana fırlatan ve arkasına bakmadan giden aracın şoförü mü? Açık çukurun üzerini derme çatma bir kapakla örtmeye kalkışan kişi mi?

Suçlu kim olursa olsun, şunu biliyoruz:

Çatısı bulutlara değen gökdelenler yapmaya bayıldığımız ama sokağını, kaldırımını, dere ıslahını en ilkel yöntemlerle inşa etmeyi sürdürdüğümüz bu şehirde Dilara olmayacak artık!..

Zaten itiraf edelim ki, şimdi hepimiz şöyle düşünüyoruz: Bir gariban işçi bulurlar; taksir sonucu ölüme sebebiyet vermekyani ihmalden, eksik ve kusurlu iş yapmaktan, tedbirsizlikten mahkemeye çıkartırlar. Konu öylece kapanır!



***

Oysa ihmal ve tedbirsizlik bizim yaşama ve iş yapma biçimimiz...

Olur olur, böyle de idare eder; diyerek ve hep tehlikenin sınırında, hep derme çatma yaşamıyor muyuz?

Açık prizler, çıplak elektrik kabloları, yıkık dökük balkonlarla, kabak lastikleri yıllarca değiştirilmeyen arabalarla idare edilen bir dünya bu...

Şehrin halinin de pek farkı yok!

Yalnız binaların sıvası, yolların asfaltı mı? Daha ne çok şey yarım yamalak bu şehirde!

Dünyanın en güzel şehri diye böbürlenip duruyoruz ama baştan sona kaçak bu şehir! Baştan sona derme çatma!

Kaçak elektrik kullanım oranı yüzde 24...

Kaçak su kullanımı yüzde 29.

Her yüz yapıdan 70'i kaçak!

Ve depremden, rögar kapaklarından, inşaat çukurlarından, trafik cinayetlerinden, adi suç teröründen zor bela kaçırdığımız hayatlarımız var!

Ha bir de, dün Yılmaz Özdil'in Sabah'ta yazdığı gibi;15 milyar dolarlık bütçesi, koca koca görkemli belediye binaları, en pahalı makam araçları olan ama rögar kapağı olmayan bir yönetimi var bu şehrin!


***

Doğruyu söyleyelim.

Bu şehrin doğası güzel! Maddi ve manevi tarihi çok değerli!

Bir de iş ve alışveriş merkezleri ile zengin mahalleleri pek göz alıcı!

Ama hepsi bu!

Yoksa ortak vicdan, adalet duygusu, insana saygı, uygarca yaşamak ve şehir yönetimi açısından ÇİRKİN bir şehir İstanbul! Doğruya doğru!

Taşı toprağı altınmış...

İnsan hayatına bozuk para muamelesi yapıyor olduktan sonra ne fayda?

18 Şubat 2007 / Pazar

Abbas Güçlü

Castro mu daha diktatör yoksa rektörler mi?

Herhangi bir üniversitede öğrenim görüyorsunuz. A fakültesinde okuyorsunuz ve aynı üniversitenin B fakültesini ziyarete gidemiyorsunuz. Geçen hafta Genç Bakış'ta Dokuz Eylül Üniversitesi öğrencilerinin bu yöndeki şikâyetlerini duyduğumuzda çok şaşırmıştık. Sadece biz değil, o programa katılan diğer rektörler de şoke olmuştu.
Meğerse bu uygulama sadece Dokuz Eylül'de yokmuş. Güvenlik gerekçesiyle, başka üniversitelerde de uygulanıyormuş. Ama en ilginç olanı İstanbul Üniversitesi'nde yan yana iki fakülte arasında bile geçişler söz konusu değilmiş. Daha da önemlisi, bilimsel amaçlı bir ziyarete bile izin çıkmıyormuş.
İ.Ü.'nün internet sitesine, ana kampustaki çok değerli kuş ve ağaçlarla ilgili bilgiler de konulmuş. Bunu gören Moleküler Biyoloji ve Genetik öğrencisi Ali Can Sahillioğlu, bu kuş ve bitkileri gidip yerinde görmek istemiş. İçeri alınmamış. Bunun üzerine Rektör Prof. Dr. Mesut Parlak'a bir mektup yazarak kendisine yardımcı olmasını istemiş, ama cevap bile gelmemiş.
İşte cevapsız kalan mektubu:
"Sayın Prof. Dr. Mesut Parlak, İ.Ü. Fen Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğrencisiyim. Aşağıdaki internet bağlantısında Beyazıt Yerleşke Bahçesi'nde bulunan kuş ve ağaç türlerinin listesi ile bu türlere ait ayrıntılı bilgi ve fotoğraflar bulunmaktadır.
http://www.istanbul.edu.tr/duyurular/duyuru_icerik.php?465
Bildiğiniz üzere, Fen Fakültesi kampusu, Beyazıt Yerleşke Bahçesi'nin yanı başındadır. Buna karşın bir Fen Fakültesi öğrencisi, Beyazıt Yerleşke Bahçesi'ndeki ağaçları, çiçekleri ve kuşları ancak internetten görebilmektedir.
Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin dünyayı her geçen gün daha da ufalttığı Bilişim Çağı'nda, İ.Ü.'de bir Fen Fakültesi öğrencisi ile onun Hukuk Fakültesi'nde okuyan lise arkadaşı ancak okulun dışında buluşabiliyorsa, burada bir terslik yok mudur? İ.Ü.'lü öğrenciler, İstanbul'daki diğer üniversitelerin iş hayatında başarılı olmuş mezunlarının kendi üniversitelerine yaptıkları bağışları gıpta ile birbirlerine anlatırken, aynı zamanda o okul mezunlarının kendi aralarındaki dayanışmasından, okula aidiyet duygularından da söz etmekteler. Bir İ.Ü.'lü, İstanbul Üniversitesi'nin sembolü "turist kapısı"nın aslında tüm üniversiteye değil de bazı fakültelere ait olduğunu düşünmeye başlarsa, mezun olduktan sonra gururla, "Ben İstanbul Üniversiteliyim, hayattaki başarımda İstanbul Üniversitesi'nin katkısı büyüktür" diyebilir mi? Okuluna kendini borçlu hisseder mi?
Sizce benim yukarıda saydığım endişelerim mi daha önemlidir, yoksa güvenlik gerekçesiyle, işlevsel olmayacak şekilde, öğrencilerin üniversite içinde serbestçe dolaşımının kısıtlanması mı? Bu yasak olmasa üniversitemizde kaos mu hüküm sürecektir? Görüşlerimi ilginize arz ederim. Ali Can Sahillioğlu"
Bu kadar baskı fazla mı?
Üniversitelerde güvenlik gerekçesiyle bazı önlemlerin alınmasından daha doğal bir şey olamaz. Ama alınan bu önlemler, hiçbir zaman özgürlüğü ve özerkliği kısıtlayıcı boyutlara gelmemelidır.
En fazla birkaç yüz öğrencinin yaratması muhtemel gerginlik gerekçesiyle on binlercesine yasak getirmek farklı sancılar ve kırgınlıklar yaratır ki, bunların telafisi de çok güçtür.
Farklı görüşlere sahip gençler, aynı masa etrafında üniversitede bir araya gelemeyecekler de nerede gelecekler? Onlara birlikte yaşama kültürünün yasaklarla değil, hoşgörüyle gerçekleşebileceğini göstermeliyiz.
Özetin özeti: Üniversiteler, toplumun erken uyarı merkezleridir. Ne kadar ciddiye alınırlarsa o kadar önemli ipuçları verirler!..

18 Şubat 2007

Meral Tamer

Müslüman ülkelerdeki Ar-Ge harcamaları


Dünyada devlet bütçesinden askeri harcamalara en çok para ayıran 10 ülkeden 6'sı İslam ülkesi:
Kuveyt, Ürdün, Yemen, Suriye, Umman ve Suudi Arabistan. Bu 6 ülke, 2003'te GSYH'larının % 7'sinden fazlasını silahlanmaya harcamışlar.
20 İslam ülkesinin 1996-2003 yılları arasında araştırma geliştirme (Ar-Ge) harcamalarına ayırdıkları pay, GYSH'larının sadece % 0.34'ü. Aynı dönem için dünya ortalaması, GYSH'nın % 2.34'ü. Anlayacağınız bazı İslam ülkeleri, silahlanmada başa güreşmeyi tercih ederken, Ar-Ge'yi elinin tersiyle itiyor.
Orhan Bursalı'nın hazırladığı Cumhuriyet Bilim Teknik'in cuma günkü son sayısında İslam ülkelerinde bilime ayrılan para ve Ar-Ge harcamalarıyla ilgili ilginç bir araştırma yer aldı. Yukarıdaki veriler de zaten o araştırmanın ürünleri.

Ar-Ge de yok, veri de...
Dünyanın en saygın bilim dergilerinden Nature, İslam ülkelerinde bilim, teknoloji ve Ar-Ge'nin detaylı fotoğrafını çekmek üzere kolları sıvamış; ancak verilere ulaşmakta pek de başarılı olduğu söylenemez. Çünkü ortada veri yok.
Nature dergisi uzmanları, doğal olarak önce İslam Kalkınma Örgütü İKÖ'ye başvurmuşlar; ancak ekilebilir alan başına düşen traktör sayısından internet kullanıcılarına kadar İKÖ üyesi 57 ülke ile ilgili her türlü veriye ulaştıkları halde Ar-Ge ile ilgili hiçbir veriye rastlamamışlar.
Ardından Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibi bilimsel göstergelerde tüm dünya ülkelerine ilişkin verilerin, geniş yelpazede toplandığı kuruluşların kapısını çalmışlar, ama oradan da elleri boş dönmüşler. UNESCO ve Dünya Bankası kalkınma göstergelerinde İslam ülkelerinin çoğundaki bilim harcamalarıyla ilgili güvenilir veri bulunmamasına da hayret etmişler.
Son çare olarak da teker teker ülkelerin resmi kaynaklarına başvurmak ve resmi kaynaklardan elde ettikleri bilgileri tekrar analiz etmek suretiyle, İslam ülkeleri için bütünsel bir resim oluşturmaya çalışmışlar. Ve en kaba hatlarıyla ortaya çıkan sonuç şu:

Malezya ve Türkiye
"Endonezya'dan Fas'a, Uganda'dan Kazakistan'a İslam Konferansı Örgütü'ne üye 57 ülkede toplam 1 milyar 300 milyon kişi yaşıyor. Siyasi sistemler, coğrafya, tarih, dil ve kültür açısından büyük bir çeşitlilik sergileyen bu ülkelerin buluştukları ortak nokta, Ar-Ge harcamalarında dünya ortalamasının çok gerisinde olmaları."
Dünya Bankası'nın yüksek, üst orta, alt orta ve düşük gelir grubu sınıflandırmasını esas alan araştırmada en büyük uçurum, petrol zengini Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi yüksek gelir grubunda yer alan 6 İslam ülkesinde görülüyor. Bunlar, en yoksul İslam ülkelerinden bile Ar-Ge'ye daha az harcarlarken, tercihlerini silahlanma için kullanıyorlar. Bu arada en yoksul Afrika ülkelerinde silahlanma harcamalarının çok düşük olduğu da araştırmada yer alıyor.
Ar-Ge harcamalarında, bulundukları "üst orta" gelir kategorisindeki diğer ülkelerle uyumlu harcama yapan sadece 2 Müslüman ülke var: Türkiye ve Malezya.
Bilimsel makalelerde ise Türkiye, Müslüman ülkeler arasında açık ara en ön sırada yer alıyor.

 


 
 
Duyurular
 
*Aralık Dergisi'nin 3. sayısı için çalışmalar başladı.
Yeni açılan sayfalar
 
*Aralık dergisinden. (02.10.2007)
*Arşiv(02.10.2007)
*Sinema (29.10.2007)
*İddaa Canlı Maç Sonuçları (29.10.2007)
İletişim için kullanabileceğiniz adres
 
halil.gulcanan9@gmail.com
hgulcanan05@pau.edu.tr
Şu anda okuduklarım
 
Teknopoli/Yeni Dünya Düzeni-Neil Postman (Paradigma Yayıncılık), Irak'ı Anlamak-William R. Polk- (Ntv), Muhalefet Yıllarında Adnan Menderes-Süleyman İnan (Liberte)
 
Bugün 2 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol